TUĞAMİRAL TÜRKER ERTÜRK ANLATTI…

Çevre Dostları Derneği Başkanlığını yapan Ülker Durukan öncülüğünde 17 Ocak 1996’da kurulan Bakırköy Sivil Toplum Kuruluşları Platformu, İspirtohane Kültür Merkezi’nde düzenlediği söyleşide, Deniz Harp Okulu komutanıyken istifa eden, 103 Emekli Amiral Bildirisi’nde de imzası olan emekli Tuğamiral Türker Ertürk’ü misafir etti.

“Aydınlanma Devrimleri ve Kanal İstanbul” konulu söyleşide konuşan Ertürk, “Bizim zihniyetimiz hırsızlığa, yolsuzluğa, kupon araziler üzerinden avantaya, ihalelerden yüzde almaya, kadının cinselliği üzerinden ahlak anlayışına, emperyalizmin işbirlikçilerine, ülkemizin ekonomik değerlerinin haraç mezat satılmasına, terörizmle mücadele yerine müzakere edilmesine, komşularımıza terör ve terörist ihracına, yalancılığı, dün söylediğini bu gün inkar eden anlayışa, ilkesizliğe, din istismarına ve Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine düşmanlığa karşıdır” dedi.

“İDEOLOJİLERİ BİLE GAYRİ MİLLİ VE İSLAMİ”

Ülkemizi yöneten, yönetirken de felakete sürükleyen iktidarın hiçbir ilkesi, rotası, yönü ve çizgisi olmadığını belirten Türker, yaptığı konuşmada Siyasal İslamcı ideolojisinin bile gayri milli ve gayri islami olduğunu belirterek, “Bu ideolojinin mucidi Almanlardır. Almanlar, 1 Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı coğrafyasına göz diktiklerinde İngilizlerin elinde bulunan Hindistan’a ve Mısır'a el atabilmek için, İngiltere, Rusya ve Fransa'nın yönetiminde bulunan Müslümanları ayaklandırabilmek amacıyla bu ideolojiyi geliştirmişlerdi. İktidarın rol modeli olan 2. Abdülhamid'in Osmanlı'yı kurtaracağı düşüncesiyle sarıldığı Panislamizm ideolojisinin arkasında Alman babadan Yahudi anadan doğan Alman diplomat Max von Oppenheim ile Almanya İmparatoru II.Wilhelm vardı” diyerek devam etti.

“GÜÇLÜLER KAZANIR”

Savaşların akılla, bilgiyle, teknolojiyle, eğitimle, cesaretle veya inançla kazanılacağını belirten Ertürk, konuşmasına şöyle devam etti.

Savaşları ve her türlü mücadeleyi güçlüler kazanır. Tarih aksini kaydetmemiştir. Haklı bir şartla kazanabilir; eğer güçlü taraf olursa. Roma, Cengizhan, İskender ve Timur haklı olduğu için değil güçlü oldukları için kazandılar.

Bugün İslam dünyası yenildikçe Ortaçağ karanlığına dönüyor, döndükçe daha çok yeniliyor. Bir kısır döngünün içine girmiş durumda. Bu durumdan çıkabilmenin formülü; aklı ve bilimi egemen kılmak, sorgulayıcı kafayı geliştirmek, dini dünyevi yaşamın referansı olmaktan çıkarmak, inanç, itikat ve uhrevi yaşamla sınırlandırmaktır.

“HRİSTİYAN DÜNYASI HRİSTİYANLIĞI DÜNYEVİ YAŞAMIN REFERANSI OLMAKTAN ÇIKARDIĞI İÇİN GÜÇLÜDÜR”

Hristiyan dünyası bugün güçlü ise Hristiyan olduğu için değil, Hristiyanlığı dünyevi yaşamın referansı olmaktan çıkardığı içindir. İşte Atatürk İslam dünyasını içine düştüğü bu kötü durumdan çıkarabilmenin adıdır. Atatürk kısaca çağdaşlaşmak, medeni olmak ve adam olmaktır.

Atatürkçülük, bilim egemen kafalı ve eleştirel aklına sahip toplumun yaratılması projesidir. Ülkemiz için Atatürk eşittir aydınlanma, emperyalist mücadele, ilahi mesajın doğru anlaşılması, üretebilmek, çağdaş dünyanın onurlu bir üyesi olabilmek, tam bağımsızlık, laiklik, milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzdür.

Cumhuriyetin 101. yılını idrak ettiğimiz şu günlerde zor bir dönemi yaşıyoruz. Ahlakın ve haysiyetin ne durumda olduğunu görüyorsunuz. Atatürk bunun tespitini bile yapmış ‘Ahlak Fazilettir’ demiş. Korkunun ve tek adamın egemen olduğu bir toplumda ahlaklı bir nesil yetişmez. Bir insan suç işlemekten korku nedeniyle kendisini alıkoyuyorsa, bir gün gelir cesaret eder ve harekete geçer. İran ve İsveçte yaşanan suç oranları ve cezaları buna örnektir.

“ÇAĞDAŞLAŞMAYA İHTİYACIMIZ VAR”

Bizim çağdaşlaşmaya ihtiyacımız var. Bakın eğitim demiyorum. Fethullah Gülen’de eğitim yapıyordu. Ben ‘Çağdaş Eğitim’den bahsediyorum. Atatürk’ün projesi buydu ama ne yazık ki ömrü yetmedi. Sorgulayıcı, bilimsel bilgiye dayalı, akıl gelişimininin dışında kalan toplumlar geri kalmaya mahkumdur. Bu gün ben bu düşüncedeysem, Mustafa Kemal Atatürk’ün omuzlarından baktığım için böyleyim.

“KANAL İSTANBUL PROJESİ HANGİ PROBLEMİ ÇÖZÜYOR?”

Atatürk’ün laik ve demokratik Cumhuriyet devrimlerinin öneminin günümüz Türkiye’sinde daha iyi anlaşılması gerektiğini söyleyen Ertürk, Kanal İstanbul hakkındaki düşüncelerini de,"Bir şeyin proje olabilmesi için bir problemi çözmesi gerekir. Şimdi size soruyorum, Kanal İstanbul, İstanbul'un, Marmara Bölgesi’nin ya da Türkiye’nin hangi problemini çözüyor? Hiçbirisini. Hatta Türkiye'ye egemenlik, güvenlik, savunma, ekolojik denge, çevre ve şehircilik konusunda inanılmaz problemler çıkarıyor. Onun için bu bir proje değil, gerçekten bir ucube” ifadeleriyle özetledi.

Marmara ve Karadeniz’in yapay bir su yolu ile birbirine bağlama fikrinin yeni birşey olmadığını, 16 yüzyıldan itibaren altı kez gündeme geldiğini, zamanın zorlukları ve savaşlar nedeniyle planın gerçekleştirilemediğini belirten emekli Tuğamiral Türker Ertürk, Cumhuriyet döneminde de gündeme geldiğini, 1994 yılında Bülent Ecevit’in de ‘DSP'nin kanal projesi’ adıyla partinin seçim broşürlerinde yer verdiğini söyleyerek devam etti.

“TÜRKİYE İÇİN DÜŞMANLIK PROJESİ”

Proje, bir probleme çözüm olmaya yönelik olarak, bir ekibin sınırlı süre ve mali kaynak ile belirlenen amaç ve hedefler doğrultusunda olgun bir planı başlama, kontrol etme ve sonuca bağlama sürecidir. O zaman merak ediyoruz, iktidarın açıkladığı Kanal İstanbul Projesi hangi mali kaynaklarla, hangi problemi çözmek için üretilmiş bir projedir. Anlaşılan o ki ülkemizin gerçekleri ile bağdaşmayan bir problemi çözmekten çok, ülkemizin başına büyük sorunlar açacağı aşikar olan, kıt kaynaklarımızı tükettirmeye yönelik bu girişimin arkasında kötü niyetli dış dinamikler, bilgisizlik ve liyakatsizlik yatmaktadır. Sonuç itibariyle bu girişim Türkiye için bir düşmanlık projesidir.

“AMAÇ MONTRÖ SÖZLEŞMESİ’Nİ ORTADAN KALDIRMAKTIR”

2011'de ilk açıklandığında 170 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde yapılacağı, 2019'da yapılan açıklamada ise 275 metre genişliğinde 20,75 metre derinliğinde olacağı söylenen kanal nasıl olur da en dar yeri 700 metre ve en geniş yeri 4.200 metre olan İstanbul Boğazı'nın alternatifi olabilir? Siz hangi ülkenin gemilerini daha geniş ve seyrüsefer açısından daha rahat olan bu tabii boğaz yerine yapacağınız bu kanaldan geçmeye zorlayabilirsiniz? Her şeyden önce Türk Boğazlarından (İstanbul ve Çanakkale) geçişi düzenleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi buna engeldir.

Belli ki bu projeyi açıklanmadan önce konu incelenmemiş ve masaya yatırılmamıştır. Sanırım bu projeye ilk defa düşünülmediğine göre ona yakıştırılan ‘çılgınlığı’ gerçekler üzerine inşa edilmemesinden ve hayalci olmasından kaynaklanmaktadır.

Kanaatim o ki İstanbul Projesi ülkemiz dışında belli amaçları yönelik olarak sufle edildi. İktidar ve yakın çevresi tarafından da üzerinde yeterli çalışma yapılmadan seçimler öncesinde ortaya atmanın avantajı olacağı, oy getireceği, kanal ve çevresinin rant kaynağı olacağı nedenleri ile üzerine atlandı. Kanal İstanbul girişimini Türkiye'nin menfaatleri açısından bir düşmanlık projesidir.

Halen yürürlükte olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türk Boğazlarından geçiş ile Karadeniz'de kalış rejimini, Türkiye'nin ve Karadeniz'e kıyıdaş diğer devletlerin güvenliklerini esas alan bir çerçevede düzenlenmiştir.

Ayrıca bu sözleşme daha önce Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Türk Boğazları için getirdiği ‘askersizleştirme’ gibi Türkiye'nin güvenliğine yönelik zafiyetleri ve Boğazlar Komisyonu gibi egemenliğini kısıtlayıcı hükümleri yok etmiştir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışılması ve masaya gelmesi durumunda, Türkiye, güvenliği ve boğazlar üzerindeki egemenliği açısından, kazanımlarını çok büyük oranda kaybedecektir.

Montrö Sözleşmesi'nin savaş gemilerinin geçişini düzenleyen bölümünde Türkiye ve Karadeniz'e kıyıdaş Rusya, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan ve Gürcistan devletlerinin güvenlikleri açısından sağladığı belli başlı avantajları vardır. Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletlerin bu denizde kalıcı süreleri 21 gün ile sınırlı tutmuştur. 1936 tarihinde imzalanan ve yürürlüğe giren Montrö Boğazlar Sözleşmesi 20 yıllığına yapılmıştır. Bu sözleşmede belli şartlar altında herhangi bir değişiklik talebi veya fesih ihbarının her zaman mümkün olması Türk Boğazlarının geçiş rejimine ilişkin hukuki statüsünde değişikliğe neden olacaktır.

“ABD MONTRÖ SÖZLEŞMESİ’NİN DEĞİŞMESİNİ İSTEMEKTEDİR”

ABD ‘Soğuk Savaş’ sonrasında oluşan tek kutuplu dünya düzeninin lideridir. ABD, küresel liderliğini ve askeri üstünlüğünü sürdürerek, tek kutuplu bu düzeni sonsuza kadar devam ettirmek istemektedir. Yine ABD dünyanın her yerinde ve her bölgesinde küresel hegemonyasına direnecek güç istememekte, potansiyel güçleri kuşatmaya ve bölmeye çalışmakta, ayrıca potansiyel olarak bölgesel güç çıkarabilecek bölgeleri de istikrarsızlaştırmaya  gayret etmektedir.

ABD'nin küresel liderliğini devam ettirebilmesi için asgari üstünlüğünü sürdürmesi gerekmektedir. Bu askeri üstünlüğü sağlayacak güç için de ABD Deniz Kuvvetleri başat bir role sahiptir.

Yerkürenin yüzde 70’ini kapsayan ve yaklaşık 361 kilometre kare olan dünya denizlerini kontrol eden ABD Deniz Kuvvetleri’nin serbestçe giremediği tek yer Karadeniz'dir. Dünya denizlerinin binde birinden bile daha küçük olan Karadeniz’e, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz'e kıyıda kıydaş olmayan ülkelerin savaş gemilerini getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, ABD Deniz Kuvvetleri buraya istediği gibi konuşlanamamaktadır.

Sonuç olarak ABD, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden memnun değildir ve değişmesini istemektedir. Bu maksatla da uygun ortamı kovalamaktadır.

Bu projenin esas amacı Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin diplomasi masasına gelmesi için doğal şartları hazırlamak ve bu sözleşmenin Karadeniz'e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerine getirdiği kısıtlamaları kaldırmaktır.

“AMAÇ TÜRKİYE’Yİ TAM BAĞIMLI HALE GETİRMEKTİR”

İkinci bir neden ise Türkiye’yi ekonomik olarak tamamen çökertmek ve iktidar değişikliği olsa bile ülkemizi iliklerine kadar tam bağımlı hale getirmektir.

Bu projenin doğal çevreye, tarım alanlarına, ekolojik dengeye verebileceği tahribatlar incelenmemiş ve tabii afetler karşısındaki hassasiyeti de değerlendirilmemiştir.

Sonuç olarak Kanal İstanbul, plansızlığın, bilgisizliğin, bilim egemen kafalı olmamanın, hesap kitap bilmemenin ve ülkemize karşı düşmanlığın bir tezahürüdür.

Söyleşiye katılan Uzak Yol Kaptanı (Kılavuz Kaptan) Saim Oğuzülgen’de, Montrö Sözleşmesi ile boğazlardan geçen gemilerin sağlık, fener ve tahlisiye ücreti, vergi ve harçlarını ödemek kaydıyla serbestçe değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin belirlediği emniyet kurallarına riayet ederek geçiş serbestisinden istifade ederek geçiş yapabildiğini belirtti.

“Kanal İstanbul’un İstanbul Boğazı’ndaki deniz trafiğine önemli bir etkisi olacağını tahmin etmiyorum” diyen Oğuzülgen, “Kanal İstanbul’un Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporunun ekinde bulunan, denizcilik ile ilgili ekleri ve simülasyon raporları incelendiğinde, tasarım gemilerinin Kanal İstanbul’un kuzey ve güney girişlerinde ve kanal içinde birçok risklerle karşılaştığı ve hatta kazaların oluştuğu ifade edilmektedir. Ayrıca alınan emniyet tedbirleriyle Kanal İstanbul’dan gemilerin geçiş ücretlerinin İstanbul Boğazı geçiş ücretlerinden daha yüksek olacağı bir gerçektir. Bu olasılıklar doğrultusunda hangi deniz tüccarı (Armatör) gemisini kanal İstanbul’dan geçirmeyi tercih edecek, hangi gemi kaptanı yıllardır denenmiş birçok emniyet tedbiri alınmış bir suyolu varken, bu kadar riskleri göze alarak Kanal İstanbul’dan geçmeyi tercih edecek?” sözlerini kullandı.

Kanal İstanbul’un inşası İstanbul Boğazı’ndaki deniz trafiği yükünü azaltsa da, önemli olanın bu kanalın deniz ticareti gemileri tarafından kullanılıp kullanılmayacağı olduğunu vurgulayan Oğuzülgen, “İstanbul Boğazı halen dünya deniz ticaretinin bu bölgeden geçiş yapacak olan gemilerine yeterince geçiş imkanı verebilmektedir. Yükün hafifleyeceği ifadesinden neyin kastedildiği önemlidir. İstanbul Boğazı’ndan zaman içinde 55 bin gemi civarında gemi geçişi olmuştur. Zamanımızda ise bu sayı 40 binler civarına inmiştir. İstanbul Boğazı’ndaki en önemli ve tehlikeli yük olan ham petrolün taşınması ile ilgili projesi, hazır olan Novorossisk – Samsun – Ceyhan Petrol Boru Hattının inşası ve son zamanlarda sık sık gündeme gelen İpek Yolu isimli raylı sistemin devreye girmesiyle binlerce ton yükün trenlerle taşınabilecek olması, İstanbul Boğazı’nın deniz trafiği yükünü zaten daha da azalacaktır” dedi.

“DAHA EMNİYETLİ BİR SU YOLU VARKEN KİM KANAL İSTANBUL’A TERCİH EDER?”

İstanbul Boğazı’nı tanker trafiğine kapatabilmenin pek kolay olmayacağını söyleyen Oğuzülgen, “Bu siyasi bir karar olur. Bir varsayım olarak İstanbul Boğazı’nın tanker trafiğine kapatıldığını ve tankerlerin Kanal İstanbul’dan geçirilmeye başlandığını düşünelim. Daha geniş ve emniyet imkanları daha müsait bir su yolu varken, daha dar, emniyet imkanları daha kısıtlı ve daha tehlikeli bir suyolunu kim tercih edecek? Ayrıca En dar yeri 698 metre ve uzunluğu 17 deniz mili (31,5 Km) olan doğal ve denenmiş İstanbul Boğazı’nın hangi gerekçelerle ve nasıl kapatılacağını da anlamış değilim” ifadelerini kullandı.

Soru cevapla devam eden söyleşinin sonunda Sivil Toplum Kuruluşları Platformu Onursal Başkanı Ülker Durukan, verdiği bilgiler için emekli Tuğamiral Türker Ertürk’e teşekkür ederek, çiçek ve plaket taktimi yaptı. Platform olarak gerek ilçe, gerekse ülke gündemine ilişkin tüm çalışmaların içerisinde olmayı kendilerine borç bildiklerini belirten Durukan, tüm vatandaşları duyarlı olmaya davet etti.