HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Yalçın: Kürt meselesi, dil ve kültür eşitliği ile çözülür
HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Yalçın: Kürt meselesi, dil ve kültür eşitliği ile çözülür
HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Abdussamed Yalçın, "Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı"nda yaptığı konuşmada, Türkiye'deki Kürt meselesinin çözümünün, dil ve kültür eşitliğinin sağlanmasından geçtiğini vurguladı. Yalçın, Kürtlerin devlete aidiyet hissetmesi için anadildeki engellerin kaldırılmasının şart olduğunu belirterek, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak tanınmasını savundu.
HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Abdussamed Yalçın, HÜDA PAR'ın Diyarbakır'da düzenlediği "Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı" programında bir konuşma gerçekleştirdi.
Çalıştayın ikinci gün oturumunda "İslami Kaynaklar ve Uygulamalarda Çok Dillilik ve Çok Kültürlülük" başlıklı bir sunum gerçekleştiren Yalçın, çeşitli sosyal ve kültürel meseleler üzerine değerlendirmelerde bulundu. Yalçın, Kürt meselesine çözüm için dil ve kültür eşitliği sağlanması gerektiğini vurguladı.
İslam'ın çok dillilik ve kültür çeşitliliğine dair yaklaşımını örnek gösteren Yalçın, Medine Vesikası'nda farklı grupların eşit haklara sahip olduğunu belirtti.
Yalçın, Türkiye'de farklı kavimlerin bir arada yaşadığını ve "Türk milleti" yerine "Türkiye halkı" ifadesinin daha doğru olduğunu söyledi. Ayrıca, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi gerektiğini ve Kürtleri asimile etme çabalarının başarısız olduğunu ifade eden Yalçın, devletin bekasının tüm halkların bir arada yaşama kültürüne dayalı olması gerektiğini belirtti.
"Klasik devlet yapısı yerini 'modern devlete' bıraktı"
Yalçın, "Ulusalcılığın dünyaya yayılmasıyla birlikte klasik devlet yapısı yerini 'modern devlete' bıraktı. Modern ulus devlet kendini vatandaşa dayattı, kendisi gibi inanmayanı, farklı bir kimliğe ve yaşama biçimine sahip olanı 'öteki' olarak konumlandırdı. Devlet-vatandaş şeklinde hiç görülmemiş, yepyeni bir mücadele dünya gündemine girdi. Batıda modern ulus devletin vatandaşlık anlayışı, kendi içinde yaşayan dil ve kültürel çeşitliliğe karşı sorun yaşadı. İkinci dünya savaşıyla birlikte gelen göç dalgaları, doksanlarda Balkanlarda etnik azınlıklar arasında yaşanan çatışmalar Batıyı endişelendirdi ve çareler aramaya zorladı. Zaman içerisinde ulusçuluk yaklaşımı yerine çok kültürlerin bir arada yaşamasının normal sayılması gerektiğini ifade etmek için 'çok kültürlülük' veya 'çoğulculuk' ifadeleri kullanılmaya başlandı." dedi.
"Batı'nın insan hakları veya kültürel çoğulculuk edebiyatı masum değildir"
"Ancak Batı'nın insan hakları veya kültürel çoğulculuk edebiyatı kulağa hoş geldiği gibi masum değildir, 'merhamet' ve 'ahlak' kavramlarından yoksundur' diyen Yalçın, "Çünkü bu edebiyatın amacı farklı kültürleri Batı'nın çıkarlarına ve değerlerine hizmetçi kılmak ve çatışmalardan korunmak için tedbir geliştirmektir. Bugün Batı'da kültürel çoğulculuk, bireyler için insan fıtratını ve ahlakını çökerten hakları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu da insanın mükerremiyetini, onurunu tehdit etmektedir." diye konuştu.
"Fırsat eşitliği kabul edilmez"
Türk ulus anlayışına göre Türkiye'de tek bir millet olduğunu belirten Yalçın, "O da Türk milletidir. Devlet, bayrak, vatan gibi değerler de Türk milletine aittir. Öncelikli değer vatandır, Türkün bekası devletin bekasıdır. Farklı kavimlere dil ve kültürde fırsat eşitliği tanımak ise millet, devlet ve vatanı böleceği için kabul edilemezdir." ifadelerini kullandı.
"Çoğulculuk veya çok kültürlülük ne Batı değerlerine ne de Türklük değerlerine hizmet etmek içindir"
İslam'a göre dil ve kavim çeşitliliği Rabbani rahmetin kevni sünnetlerinden olduğuna vurgu yapan Yalçın, şöyle devam etti:
"O bu şekilde irade etti, kudreti ve hikmeti bu şekilde tecelli etti. Son yüzyılda siyasi bir kavram olarak dilimize giren çoğulculuk veya çok kültürlülük ne Batı değerlerine ne de Türklük değerlerine hizmet etmek içindir; te’aruf içindir. Te’aruf ise müzakere ve muahedeyi getirir. Rum suresi 22'nci ayet ve Hucurat suresi 13'üncü ayet bize bunu anlatmaktadır."
"Medine Vesikasından örnekler"
İslam'ın çok dillilik ve kültür çeşitliliğine nasıl yaklaştığını açıklayan Yalçın, Medine Vesikasına atıfta bulunarak, "Bugün batılıların tartışma konusu yaptığı 'çok dillilik ve kültürün' İslami kaynaklarda ve İslam tarihindeki uygulamalarına bakalım. İslami kaynaklardan birinci kaynak Medine Vesikasına bakalım. Medine vesikası, bizzat Hazreti Peygamber öncülüğünde kitap ehli üç ayrı topluluğu ve müşrik gruplarını karşılıklı rıza esasları üzerinde birleştirmiş ve uygulamaya konulmuş bir sözleşmedir. Bir maddesinde şöyle diyor: 'Benu Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmettirler. Yahudilerin dinleri kendilerine, Müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek Mevlaları gerekse bizzat kendileri dâhildir."
"Rasulullah, Yahudileri müminlerle birlikte 'ümmet' kavramı içine aldı"
Hazreti Peygamber'in farklı inançlara ve kavimlere saygı gösterdiğini belirten Yalçın, "Bugün modern dünyanın 'çok kültürlülük' dediği yapıyı Medine vesikası 'ümmet' kavramı ile ifade etmiştir. Rasulullah aleyhissaltu vesselam Yahudileri müminlerle birlikte 'ümmet' kavramı içine almakla çoğulculuğun son merhalesini hayata geçirmiştir. İkincisi Medine vesikasında, anlaşmanın içinde yer alan yirmiden fazla kabilenin tümünün isimleri tek tek zikredilmiştir. Bu durum, kavmi kimliklerin önemsendiğine ve toplum içinde erimemesi gerektiğine aynı zamanda bir vurgudur." dedi.
"Azınlıklar 'entegrasyon' adı altında asimilasyona tabi tutuluyorlar"
Açıklamasının devamında Yalçın, "Üçüncüsü modern dünya anayasalarında azınlıklar her zaman 'azınlık' olarak yer alır ve asla siyasi iktidarın eşit ortağı olamazlar. Avrupa’da ve Türkiye’de ise bu yetmiyormuş gibi 'entegrasyon' adı altında asimilasyona da tabi tutuluyorlar. Medine vesikasında ise Rasulullah aleyhissalatu vesselam irili ufaklı grupların hiçbirisini azınlık saymamış, tümünü siyasi iktidarın ortağı yapmıştır. Dördüncüsü, ulus devletler hayatın alanlarını üçe ayırırlar: Kamusal alan, özel alan ve sivil alan. Kamusal alanın sınırları üzerinde ittifak sağlanmadığı için de birçok ülke sivil alanı kamusal alan kapsamına alabilmekte ve insanların hayat şekillerine müdahale edebilmektedirler. Medine vesikası ise, en tartışmalı olan kamusal alanda ortak hak ve ortak sorumluluk ilkesini hayata geçirdi. Bu konuda tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde bugün dünyada uygulanmakta olan tüm çoğulculuk modellerinin çok ilerisindeydi."
"Müslümanlar, 'çoğulculuğa' çağıran bir topluluktur"
"İslam, ortak sözde buluşmaya davet eder. Kur’an farklı din ve inanışları yasaklamaz ve uzaklaştırmaz" diyen Yalçın, "Tam aksine uzak duran ve çatışmayı seçenleri ortak bir zeminde buluşmaya açıkça davet eder. 'De ki: Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir söze gelin.' İslam ümmetinin belirleyici özelliği, kendileri için değil tüm insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet olmasıdır. Hayırlı olması ise marufu emretmesi ve münkerden sakındırması temeline dayanmaktadır. Maruf kısaca 'aklın kabul ettiği, fıtratın ve şeriat’in güzel bulduğu şeydir.' Münker de bunun tersidir. Şeriatın hükümleri dışında kalan marufu emretmek ve münkerden nehyetmek ise tüm inanışlar için ortak paydadır. Nitekim ayet, 'şeriatı emredersiniz' demiyor, 'marufu emredersiniz' diyor. Bu açıdan Müslümanlar, kim olursa olsun farklı kültür ve inanış mensuplarını maruf ve münker temel esasları üzerinde hem kamusal alanda hem de sivil alanda 'çoğulculuğa' çağıran bir topluluktur." ifadelerini kullandı.
"Müslümanlar fethettikleri yerlerde din ve vicdan özgürlüğü sağlıyorlardı"
Yalçın, Batı'nın modern ulus devlet anlayışının aksine, İslam'ın tarihsel süreçte çok kültürlülüğü ve farklı dilleri desteklediğini vurgulayarak, "Müslümanlar Ehl-i kitabı 'ortak söz' üzerinde buluşmaya çağırırlar. Laik, ateist ve dini olmayanları da marufun tanımındaki 'akıl, hikmet ve fıtrat' olan ortak doğrular üzerinde buluşmaya çağırırlar. Mesela dil ve ırk inkârına ve rejimin baskılarına karşı çıkmak, barışın tesisi için çalışmak, yoksullara yardım etmek, dürüst olmak ortak maruftur. Hak ihlalleri, işkence, sömürü, işgal, ahlaksızlık da ortak münkerlerdir. Bir başka kaynak ise İslami fetihlerdir. Müslümanlar fethettikleri yerlerde din ve vicdan özgürlüğü sağlayıp, derebeyliği ve ağır vergileri kaldırdıkları için fetihler çok kolay gerçekleşiyordu. İslam tarihçileri, Hazreti Ebubekir döneminde Müslümanların adeta ellerini kollarını sallayarak Şam'a kadar ilerleyebilmişlerdir." dedi.
"Hazreti Ömer'in çok dillilik uygulamaları, tarihi bir değere sahiptir"
Hazreti Ömer'in fetihleri sırasında uyguladığı çok dillilik ve farklı kavimlere tanıdığı hakları örnek gösteren Yalçın, "Şam'da kimi Rum ve Süryani unsurlar, el-Cezire’de Kürtler, Mısır’da Kıptîler, Irak ve İran’da ise Farslar ilk kez Hazreti Ömer’in hilafetinde, bir araya gelmiş ve ümmet olmuşlardır. Ayrıca Hazreti Ömer, eski Sâsâni’den kalma alanlarda Farsçanın; Bizans’tan kalma alanlarda da Rumcanın divan defterlerinde kullanılmasına izin verdi. Hazreti Ömer’in çok dillilik uygulamaları, özellikle devletin resmi evrakları açısından tarihi bir değere sahiptir." diye konuştu.
"Allah tüm beşeriyete tek bir şeriat, tek bir hukuk emretmemiştir"
İslam'ın çok hukuklu yapısını ve farklı içtihatların geçerliliğini de dile getiren Yalçın, şunları söyledi:
"Bir başka kaynak; İslam’da çok hukukluluk ve İslam hukukunda farklı içtihatların geçerli olması. Allah tüm beşeriyete tek bir şeriat, tek bir hukuk emretmemiştir. 'Biz her ümmet için uyacakları dinî kurallar koymuşuzdur.' Ayeti kerimesi bunu ifade ediyor. Toplumların şartlarına ve beşerî gelişmelere göre farklı dinî hükümler bildirilmiştir. Birden fazla farklı içtihadın meşru ve geçerli kabul edildiği, sosyal ve siyasal düzen doğal olarak çoğulcudur. Dolayısıyla çoğulculuk aslında meşruiyetini İslam’dan ve onun çok hukuklu yapısından alır."
"Bir Türk dünyaya bedeldir' demekle Türkler dünyaya bedel olmuyorlar"
Yalçın, konuşmasının devamında, "Bir başka kaynak, üstünlük taslamak yasaktır. 'Bir Türk dünyaya bedeldir' demekle Türkler dünyaya bedel olmuyorlar. Kavimler, gruplar ve fertler kendi kendini yüceltemez. Yücelik İlahi hukuk kurallarına riayet etme derecesine göre gerçekleşir. İnsan toplulukları bunu başarabildiği ölçüde medenidir. Hazreti Ali Radiyallahu anhu, Mısır’a vâli tayin ettiği Mâlik bin Hâris’e: 'İnsanlara, canavarın sürüye baktığı gibi bakma. Çünkü istisnasız bütün insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir' demiştir. Bir kavmin, diğer kavimler üzerine tahakküm kurması ve onları yok sayması İlahi hukuka karşı çıkmaktır. Tek tip bireylerden oluşan bir toplum ihdas etme girişimidir. Böyle bir toplumun varlığını sürdürmesi de mümkün değildir. Çünkü başkasını kendine denk olarak kabul etmemek Allah'a ve onun ulûhiyetine özel bir durumdur. 'Bil ki Allahtan başka ilah yoktur." şeklinde konuştu.
"Ulusalcılar, Kürtçeden başka dil bilmeyenlere kendini ifade etmesine yasak getiriyorlar"
Bir başka kaynaktan örnekler veren Yalçın, "Kur'an'ı Kerim 7 harf üzerine nazil olmasıdır. Resulullah'ın 'Kur’an yedi harf üzere nâzil olmuştur, ondan kolayınıza geleni okuyunuz.' hadisindeki yedi harf hakkında farklı yorum ve yaklaşımlar var. Bunlardan biri İbn’ul Cezerinin yaklaşımıdır ki; 'Yedi harf, yedi Arap kabilesinin kullandığı dildir' demiştir. Burada Rasulullah aleyhissalatu vesselam şefkatinden dolayı dillerdeki çeşitliliği göz önünde bulundurarak Rabbinden ümmetine kolaylık vermesini niyaz etmiştir. Fakihler, Arapçayı iyi telaffuz edemeyen Müslümanların dilden kaynaklı yanlış telaffuzun geçerli olduğuna hükmetmişler. Bunun da ötesinde Arapçayı hiç telaffuz edemeyen Müslümanların kendi dillerindeki anlamıyla Kur'an'ı okuyarak ibadet edebileceklerine hükmetmişlerdir. Ulusalcılarsa Kürtçeden başka dil bilmeyenlere kendini ifade etmesine yasak getiriyorlar." dedi.
"İsviçre'de dil özgürlüğü temel özgürlüklerdendir"
Yalçın, modern dünyada çok kültürlülüğün başarılı bir örneği olarak İsviçre'yi göstererek, "Şimdi modern dünyadan örneklere bakacak olursak; Bir İsviçre örneği var. Çok kültürlülüğün ilk kez 1957’de İsviçre’de kullanıldığı kaydedilmektedir. İsviçre’de dil özgürlüğü temel özgürlüklerdendir ve Federal Mahkeme'nin güvencesi altındadır. Kamu ve özel hayatında herkes tercih ettiği dili kullanmaktadır. Eğitim sistemi merkezi değildir. 26 kantonun her biri kendi eğitim standartlarını belirliyor. Yasa metinlerinin yürürlüğe girebilmesi için tüm resmi dillere çevrilmesi gerekiyor. Parlamento tutanakları, bütün resmi dillere çevriliyor." diye konuştu.
"Çok dillilik ve kültür İsviçre’yi ne zayıflatmış ne de bölmüştür"
İsviçre'de çok dillilik ve kültürel çeşitliliğin devletin gücünü zayıflatmadığını, aksine toplumun dayanışma içinde daha güçlü hale geldiğini belirten Yalçın, "Çok dillilik ve kültür İsviçre’yi ne zayıflatmış ne de bölmüştür. Bilakis daha da güçlendirmiştir. Çünkü İsviçre'de federatif yapı, azınlıkları korumak ihtiyacından değil, güçlü ortak bir yönetim ihtiyacından doğmuştur. Yani İsviçre yaşadığı refah seviyesiyle bir mucize olarak ortaya çıkmadı. İsviçre’nin yaptığı akılcı bir tercihtir. Toplumlar akıllarını kısmi ve yanlı kullanırsa bu akıl çoğunluğun baskı aracına dönüşür. Ama toplumlar akıllarını toplum yararına kullanırsa İsviçre örneği ortaya çıkar. İsviçre siyasetini; toplumsal dayanışma, çok dillilik ve çok kültürlülük üzerine kurarak bu refah seviyesini gerçekleştirdi. Mutlu olmak için 'ne mutlu Türküm diyene' dedirtmedi. Yani ne Türkçülüğü dayattı ne de Kemalizm’i." ifadesini kullandı.
"Farklı kavimlere dil ve kültürde fırsat eşitliği tanımak devleti bölmez"
Yalçın, Türkiye'de farklı kavimlerin bir arada yaşadığını ve bu yüzden "Türk milleti" yerine "Türkiye halkı" ifadesinin daha doğru olacağını vurgulayarak, "Sonuç olarak Türkiye'de Türkler bir millet değil, kavimdir. Kürtler, Araplar ve Farslar da birer kavim olduğu gibi. Türkiye’de birden fazla kavmin bir arada toplanmasından ise 'Türk milleti' değil, 'Türkiye halkı' doğmuştur. Tarih ve hukuk bize; farklı kavimlere dil ve kültürde fırsat eşitliği tanımanın millet ve devleti bölmediğini, devlete aidiyet ve itimat hissini arttırdığını söyler. Aksi takdirde kanun ve düzeni bir dayatma olarak gören ve bu sebeple huzursuz ve öfkeli kitleler meydana gelir." dedi.
"Atılacak ilk adım anadildeki engellerin kaldırılması, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak tanınmasıdır"
Kürtlerin devlete aidiyet hissi duyması için anadildeki engellerin kaldırılması gerektiğini ifade eden Yalçın, son olarak şunları söyledi:
"Dil, kimlik ve kültürünü inkâr ettiğin ve asimile etmeye çalıştığın birisinden aidiyet hissi duymasını, sahiplenmesini bekleyemezsin. Kürtlerin devlete sahip çıkması ve kendini ona ait hissetmesi için atılacak ilk adım anadildeki engellerin kaldırılması, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak tanınmasıdır. Kürtleri asimile etme çabalarının da işe yaramadığı ortadadır. Günümüzde Avrupa dil ve kültür çokluğunu sağladı, kavimleri bir arada, uyum ve barış içinde yaşattı, dört bir yanı mamur ve maddi refahın zirvesine çıkmış ülkelere dönüştü. Bizde ise Kürtlük farkını ortadan kaldırmak için Devlet - PKK ortak operasyonlarıyla adeta Bakur, Başur, Rojava viraneye dönüştürüldü."
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.