Kurtuluş, Bilezikçi Sokak’ta büyüdüm. Bizim sokak 3 katlı evlerin çoğunlukta olduğu bir yermiş ama ben sokağın kalan yarısına yetiştim. Çünkü sokağın diğer tarafına Laz müteahhit çoktan girmişti.
Maalesef İstanbul'un en çok yağmalandığı yıllardı 70 ve 80 li yıllar. Düzensiz köyden kente göç politikaları canına okudu İstanbul'un.
Mahallemizde, henüz yıkılıp yapılmamış son kalan 3 katlı birkaç evden birinde Rum bir yaşlı karı koca yaşardı. Muhtemelen belli sebeplerden olsa gerek, insanlarla çok fazla konuşmayan, içine kapanık bir o kadar da saygılı insanlardı. Zaten İstanbul'un gerçek sahibi onlar değil miydi? Biz taşralıydık ve o dönemlerde aynı dili konuşmamız beklenemezdi.
1945 de Sivas ve Kayseri den İstanbul'a gelmiş büyüklerim hayat mücadelesi ile doğduğu yeri terk etmeye başlamış. Başka bir şehre adaptasyon elbette kolay değildi. Taşradan gelen Ermenilerin bir kısmı Kumkapı ve Gedikpaşa’yı tercih etmelerine rağmen, bir kısmı ilk önce Dolapdere, sonra Beyoğlu Sakızağacı, en sonunda da Harbiye Altınbakkal ile Kurtuluşa dağılmışlar.
Neyse biz mahalleye geri dönelim. Bahsettiğim 3 katlı birkaç evin birinde yaşayan Rum Karı Koca peş peşe vefat etti. Hatırladığım kadarı ile 95’li yıllardı ve mirasçıları da Yunanistan da olduğu için kimseleri gelmedi de, ilgilenemedi de. Cenaze merasimleri Kurtuluş Rum Kilisesinde gerçekleşti. Mamam, babam ve tüm komşuları iştirak etti. Üzülmüştük dediğim gibi, çünkü kimselerle pek fazla konuşmasalar da, bir o kadar saygılı ve sakin insanlardı.
Aradan altı ay gibi kısa bir süre geçmişti ki, Erzincan’dan göç etmiş mahallede yaşayan bir aile, (o yıllarda kurtuluş Erzincan’dan çok göç aldı) kapıyı kırmak suretiyle eve girdiler ve orada yaşamaya başladılar. Bildiğiniz gasp ama kimse kapılarını çalıp, “Yahu siz ne yapıyorsunuz” demedi, ya da çekindi.
Sonra öğrendim ki o ailenin başına bin türlü bela gelmiş. Zaten kapıyı kırıp bir başkasının evine girerek kendilerine aitmiş gibi yaşaması, ahlaki konuda ne kadar insani sayılabilir ki?
Sabahın erken saatlerinde kahvemi yudumlarken, aklımdan geçirdiğim eski yaşanmışlıklarım Yaşar Kemal'in o ölümsüz eseri “Yağmurcuk Kuşu” romanını aklıma getirdi birden.
“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”
Belki de bugün yaşadıklarımız bunların birikimleri olmasın.
Kalın sağlıcakla
Nurhan