Yaşayan mezarlıklar;
İstanbul’un içinde, her gün duvarlarının yanındaki kaldırımdan yürüyüp bir yerlere gitmeye çalıştığımız ama hiç farkında olmadığımız, her biri önemli sakinleri olan müze değerinde mezarlıklar var. Hem de şehrin bir kaç parkından sonra tek ağaçlık alanları…
Bazıları boğaza nazır, bazıları da tam şehrin göbeğinde, arazilerin en pahalı olduğu yerlerde konuşlanmış. Aşiyan Mezarlığı yaşayan bir müze gibidir; oradan ne zaman araba ile geçecek olsam, içinde yatan âşıkları korna ile selamlamak benim vazgeçilmez bir alışkanlığım oldu. Abidin Dino, Bedia Muvahhit, Atilla İlhan, Onat Kutlar, Orhan Veli Kanık ve daha niceleri…
Keza Eyüp mezarlığında; Zekai Dede Efendi, Ahmet Şeker Paşa, Ali Kuşçu, Necip Fazıl Kısakürek, Fevzi Çakmak…
Şişli Ermeni Mezarlığı sanki bir sanat merkezi fuayesi gibi; Toto Karaca’dan Zahrad’a, Nubar Terziyan’dan Yervant Osgan’a…
Bağlarbaşı Yahudi Mezarlığında ise Jak Deleon.
O kadar çok isim var ki yazmak istediğim ama değil köşeme tüm gazeteye sığmayacak kadar çoklar. Hiç olmazsa ara sıra onları ziyaret edip insanlığa verdikleri hizmetleri inceleyip, yaşamda boş kalan yerlerini doldurmak için gayret sarf etmek bugün yaşamımızı daha keyifli kılacaktır.
Hep hayalimdir: mezarlıkların çevresinde, parklarda, meydanlarda, yol kenarlarında her birinin anıt heykeli olsun. Sabah işe giderken Orhan Veli ile selamlaşmak, Nazım’a ‘‘merhaba’’ demek, Halide Edip Adıvar’ın karşısındaki bankta oturup sabah kahvesi içmek, Zabel Yesayan ile biraz hasbihal etmek.
"Hikayesini bildiğin tüm yatanlar, yaşayan mezarlıkların aktörlerini oluştururlar"
Ne güzel olur yaşadığın kenti içindeki değerlerle ölümsüzleştirmek… Hayalimi gerçekleştireceğim günün özlemini, hedef haneme yazmak da ayrı bir keyif.
Buda benden;
1995 yılıydı, genç yaşta patron olmak güzel de tecrübesiz ve yalnızsan zor işti. Benim de akıl hocalarım vardı hep danıştığım. Rahmetli Üzeyir Garih de bu akıl hocalarımdan biriydi. Ne zaman dara düşsem, hemen arar danışırdım. Bugün 53 yaşındayım, hala danıştığım değerli dostlarım var...
Rahmetli Emin Cankurtaran ile iş yapıyorduk. Kendisinin hep iyilikleri oldu, hem bana hem de çevresine. Onu rahmet ile anmak benim için bir vazife oldu her zaman. Bir iş birliği için anlaşma yapacaktık ve bana bir teklifte bulundu. Ben de bunu Sayın Üzeyir Bey’e anlattım. Aldığım cevabı sizlere aynen aktarıyorum: “Değerli kardeşim Emin bey iyi bir insandır ama şirketinde patronluk yapar. O konuşur, müdürleri dinler. Biz de ise ‘’Corporate Managemant’’ yani kurumsal yönetim vardır. Müdürler konuşur, biz dinleriz. Bizler bu şirketin denetçisi konumdayız, bir gün ikimiz de ölürsek bizim şirket devam eder ama patron şirketleri yok olur. ”Ne kadar doğru tespit yapmış rahmetli! Şimdi ikisi de ebediyete göç etti. Birinin şirketi yok, diğerininki hala aktif ve iyi işlere imza atıyor. Kurumsal yapılar, demokrasinin çalıştığı yöntemler her zaman uzun soluklu bir varlık süreci gösterir. Patronların egemen oldukları yönetimler, patron uyumaya başladığında hata yapmaya başlarlar.
Zahrad’dan bir şiir ile bitirelim bu haftayı,
"Dört koyundular/İlkini kestiler önce/İkincisini haklarlarken tam/Kaçmayı denedi üçüncüsü/On metre gitti gitmedi/Enselediler/Ben o üçüncüsünün etinden yedim/Yaşam tadı vardı"
Kalın sağlıcakla…