Çocukluğumuzun en büyük nostaljisi evlerimizdi belki de. Genelde az katlı, bahçeli, ya da çekme katlı evlerdi. Bizim ev yedi katlı, çekme kata denilen en üst kattaydı. Kış için yazdan odun kömür gelir, her evin olmazsa olmazı alt kattaki ya da evden bağımsız bölümde yapılan kömürlüğe koyulur, kış olunca her gün 7 kat kömür odun çuvalı taşır, cürufü indirirdik.
Kar yağdı mı yollara kömür cürufu atılır, kar erimeye başladı mı her yer açık kömür madeni sahası gibi olurdu.
Oduncudan odun aldın mı mutlaka ıslak gelir, soba da tıs tıs eder, ne ev ısınır ne de soba yanardı. Zaten soba evin bir odasında vardı, o da salon denilen ve tüm ev halkının ortak kullandığı alandaydı. Yatak odalarında yoktu ve düşünüyorum da hadi annem babam birbirine sarılır ısıtırdı kendini, peki bizim günahımız ne. En üst kat olduğu için de damı hep akardı yağmurda.
Tekel rakısı bildiğin ispirto, şarap da zaten köpek öldüren denilen cinstendi. Öyle şimdiki gibi parlak abiler de yoktu entel dantel şarabı anlatan. Şarapçılar vardı kaldırımlarda, gazete kağıdına sarılı şaraba o da yoksa ispirtoya takılırlardı.
Meyhaneler de iyiydi mesela, hile hurda yoktu… Ne varsa zaten günlüktü, zaten akside düşünülmedi.
Bakkal da bildiğin tüketici kredisi veren banka gibiydi o zamanlar. Raftaki sermayesinden fazlası defterde alacak olarak yazardı. Bazıları iş olmayınca hesabı gıdıklardı.
Öyle her on dakikada bir otobüs nerde Leylandalar ve Busingler vardı troleybüs. Elektrikler kesildi mi oturur beklerdin, ha ara sıra da telden çıkardı direkleri.
Şimdiki gibi her mahallede hastane doktor ne gezer o zamanlar. Mahalledeki eczacı kalfası her işi görürdü iğneden tedaviye kadar.
Sosyal medya yoktu ama pencerelerde yastık vardı. Koca memeli teyzeler pencereden sarkınca yarı beline kadar her şeyi bilirdi.
Genel ev de bile sınıf farkı vardı o zaman lükstü. Garibanlar aşağı, paralılar yukarı. Bizim gibi züğürtler de Güneş, Rüya, Alkazar ve Tan sinemalarına giderdi anca ama koltuklara asla oturmazdı. Malum selpak yoktu o dönemde.
Ama tecavüz de yoktu…
Ha bir de ablalar vardı Kurtuluşta Sema, Sonya, Beyoğlu da Nataşa, Topağacı'nda Figen, Harbiye de Sultan. (Sultanı attım galiba).
Yordan muhallebici yâda Nişantaşı Merhaba da manita yapıp Hydromel yada Scotch, gündüz çaylarına takılıp, bele sarılıp dans etmeler. Elini tuttun mu hoop ne oluyoruz tavrı.
Öğretmenlerde acayipti. Hak hukuk vesaire söylemleri dahi yok. Annem okula ancak veli toplantılarında gelirdi.
Sınıf geçmek de zor işti o dönemde. Öğretmenlerle diyalog zordu, hediye mediye ise zaten hiç yoktu. Ne zormuş hayat.
Öyle AVM falan da nerde? Gazi pasajı, Konak pasajı, Site pasajına takılır dururduk.
Zincir hamburgerciler de yoktu, hamburgerin kralı kristal vardı. Bırak çiğ köfteyi lahmacun bile ayak basmamıştı İstanbul'a. Sadece kapalı tahta sepette Lahmociin diye bağıran satıcılar vardı.
Börek için bile Kurtuluştan kalkıp taaa Sarıyer’e, iki bidon su için de dünya yol gidip Çırçır’a giderdik.
Zaten köprü de yoktu karşıya geçecek. En fazla Kabataş da arabalı vapura biberdin o da saatlerce beklerdin.
Tabi araba lükstü o dönemde, herkeste yoktu ve arabası olanda sanki uçağı varmış gibiydi.
Birçoğunda araba pikapları vardı.
Zampik abiler Mandobala şarkısı koyar, kolunu da camdan çıkartır, yolun hep sağından sağından gider, manita olunca istikamet Kilyos yada Ataköy C Motel.
Yani anlayacağınız İSTANBUL’da hayat çook zordu.
Kalın Sağlıcakla
Nurhan