Daha sahil yolu yapılmadan Narlıkapı Kilisesi’nden denize girermiş bizim Kemal abi.
Eski İstanbul beyefendisi olan Kemal abi, 1992’de emekli olduğu günden beri benim de birlikte çalıştığım abim. Aslında babamın arkadaşı ve PTT’den emekli 3/1 devlet memuru.
Hani telefon bağlatmak için 10 yıl beklediğimiz milletin torpil üstüne torpil yaptığı dönemden, Özal’ın meşhur tabirinin tam tersi işini bilmeyenlerden, devletin malı deniz yemeyenin domuz olmasını göze alanlardan. Tabi ki inancı gereği domuz yememiş, yılın 11 ayı akşamdan akşama 2 duble rakısını ihmal etmemiş ama Ramazan olduğunda da inancının gereğini eksiksiz yapmış bir İstanbulludur Kemal abi.
Şimdilerde ise babadan kalma Yedikule’deki evinde artık tam emekli oldu çünkü pandemi dönemi artık sokağa çıkmasına izin vermiyoruz.
İstanbul’u bir de Kemal abiden dinleyelim;
Tam bir trajediydi o gün ve ertesi gün…
Üç gün önce kapsının önünde babamla sabah kahvesini yudumladığım kumaşçı Yorgo abimin dükkanını bulmadım. O kadar dehşetti ki ortalık.
İstiklal Caddesi’nde dükkanlar yağmalanmış, yollarda kumaş topları, eşyalar kırık dökük.
Tam bir savaş alanıydı…
Samatya’da komşumuz olan Yorgo abi, çok sevdiğimiz hatırı sayılır bir aile dostumuzdu. Eşi mMdam Mayramti, oğlu Yani, kızları Tasula ve Eleni benim çocukluk arkadaşım beraber büyüdüğümüz insanlardı. Nasıl kıymışlardı, neden yapmışlardı… Hala gözümün önünden gitmeyen bir trajedi.
Ben on yediden yeni gün almış, okuldan boş kalan zamanlarımda babama yardımcı oluyordum. Babam dolmuşçuydu. Bu olaylardan birkaç gün sonra akşam kapı çalındı. Kapıyı babam açmıştı ve gelen Yorgo amcaydı. Kapının dışında babamla yaklaşık on dakika konuştular ve babam içeriye girdiğinde suratı bembeyazdı.
Babam başladı anlatmaya, yaşanan olaylardan sonra çok korkmuşlar ve artık burada yaşamanın zor olacağını düşünerek, Yunanistan’a gitmeye karar vermişler. Oturdukları evi ve dükkanı da satmak istiyorlarmış. Kendilerine ait olan ev ve dükkanın tapusunu babamın üstüne yapmak istemiş, ‘Satılınca haber verirsin, gelip parasını alırım’ demiş.
Babam kabul etmemiş, gitmelerine de razı olmamış. ‘Eğer siz buradan giderseniz birilerinin amacına ulaşmasına vesile olacaksınız. Kalın hep birlikte yaşarız, evde kaynayan tencere hepimize yeter’ demiş ama Yorgo amca kafaya koymuş gidecek. Tapuları devir etmek yerine satma konusunda umumi bir vekaletname vermeye ikna etmiş babamı. Ve gittiler…
Sonraki zamanlar Yorgo amca hep geldi İstanbul’a. Hatta bazı yaz’lar çocukları da getirir, bizim evde bayramlık yer yatakları serilir, mutfakta Allah ne verdiyse hep birlikte yenirdi.
Hiç unutmam, yine bir yaz tatiline geldiklerinde babamla beni de yanlarına alarak meyhaneye götürdüler. Yorgo amca “Valla Bedriciğim biz burada Rum’duk oraya gittik Türk olduk. Bizim için değişen bir şey olmadı, yani faşist her yerde faşist. Keşke kalsaydık da gitmeseydik ama ne yapacaksın… Hanımı ve çocukları bende ikna edemedim çünkü çok korktular. Bu güzel şehrin ne kokusu var ne havası var” dedi.
“Gökşin Sipahi denen o şeytan bu memleketin 50 yıl geri gitmesine vesile oldu. İnşallah yattığı yerde rahat etmez…”
Kemal abi de buna benzer öyle çok anı var ki. Bir başka yazıda sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Kalın Sağlıcakla
Nurhan