İki gün evvel 23 Nisan'ı kutladık dün de 24 Nisan'ı andık. Taner Akçam'ın dediği gibi “23,5 Nisan olduk.” Bir taraftan Türk ulusunun egemenlik hakkının herhangi bir kişide ya da zümrede değil kendinde olduğunu ilan etmesi diğer yandan Ermeni halkının büyük bir felaket yaşayacağı tehcire gönderilmesinin yıl dönümü.
Amacım 105 yıl önceki acıyı yeniden yaşamak ve yaşatmak değil. Geleceği inşa etmek için barış diline, yaşamı daha fazla ortaklaştırmaya ve paylaşmaya ihtiyacımız var. Bunun için de ilk olarak ataların yaptığı yanlıştan dolayı torunlarını sorumlu tutmamalıyız. Hiçbir halk ne toptan katil ne de kahramandır.
Ben çocuklarımı "Bak kızım bunların dedesi senin dedeni böyle öldürmüş, şöyle acı çektirmiş” diye asla kin ve nefretle beslemedim, bundan sonra da beslemeyeceğim.
Yaşadığımız salgın günlerinde bir kez daha gördük ki üç günlük bir dünyada hüküm sürüyoruz. Bunun için kötülüklere fırsat vermeyelim.
Daha dün bir örneğini yaşadık. Yıllar evvel çeşitli nedenlerden dolayı ata toprağı Bitlis'ten, İstanbul'a göç etmek zorunda kalmış Suzan Teyze’nin sağlık çalışanları için yaptığı yemek seferberliği, yıllar boyunca bu topraklarda Ermenileri öcü zannedenler için büyük bir insanlık dersi olmadı mı? Bunun örneklerini çoğaltmamız elbette mümkün.
Kaza geçiren bir kişiye yardım ederken onun hangi milletten olduğunu sormak kaçımızın aklına geliyor? İlk refleksimiz en doğru ve insani olandır. Sonraki yargılarımız ise öğretilendir. Kötülükler doğuştan getirdiğimiz değil öğrendiğimiz tarafımız.
Bunu yok etmenin yolu “Benim derdim benim derdim ama senin derdin de benim derdim” diyebilmekten geçiyor”
Tanrı bu coğrafyaya ve bu halka başka acılar yaşatmasın.
Kalın Sağlıcakla
Nurhan